20 Haziran 2010 Pazar

Dihhoda, Bilgin ve Şair

Ali Ekber Dihhoda, Uyanış Dönemi’nin siyasi mücadeleler ve matbaa aleminde akla gelen ilk bilgilerindendir. Onun babası Han Baba Han aslında Kazvinli’dir. Ancak oğlunun doğumundan bir süre sonra Tahran’a taşınmıştır. Babası bu şehirde 1276 h.ş. yılında vefat etmiştir. Babası öldüğünde daha on yaşında bile olmayan Ali Ekber, annesinin himayesinde ilim öğrenmekle uğraştı. Dihhoda on yıllık bir süreyi eski bilimleri öğrenmekle geçirdi ve fakirlikle, yoksullukla ve olgunluk kazanmakla uğraştı. Ondan sonra siyaset okuluna girdi, Fransız dilini iyice öğrendi ve Meavenü’ddevle Gaffari ile Avrupa’ya gitti, yeni bilimleri öğrenirken, iki yıl ikamet ettiği Avusturya’nın başkentinde Fransızcasını da ilerletti. Meşrutiyetin başlangıç yıllarında İran’a geldi ve meşrutiyetin meşhur yayınlarından olan “Sur-i İsrafil” gazetesini yayınlamada Mirzâ Cihangir Han-ı Şirazî ile işbirliği yaptı. Şu anlamda ki, Sur-i İsrafil gazetesinin yayınlanması ve yönetilmesinde Mirzâ Kasım Tebrizi’nin yanında onunla işbirliği yaptı. Sur-i İsrafil meşrutiyet dönemi meşhur siyasi gazetelerinden biriydi ki Dihhoda’nın “Çerend ve Perend” adı altında nükteli ve ironik makaleler serisi onun edebi önemini arttırdı. Bu makalelerinden, Dihhoda sade yazının İran’daki kurucusu sayılır. Dihhoda’nın makalelerindeki ironik dili, dikkatliliği ve zevkliliği ile fesat çıkaranlarla, kendi döneminin sosyal ve siyasi problemleri ile savaşa girdi. Bu yolla da ileri gelenleri ve asilleri uyardı, kendisinin gerçek düşüncesi ve onun eserlerinin konusu olan dertli ve sıradan insanları da onların etraflarından geçebildiği oranda uyandırdı ve bu şekilde meşrutiyete gönül verenler zümresini makalelerinde işledi.
Muzafferu’din Şâh’ın, meşrutiyet fermanının imzalanmasından birkaç ay sonra hayata veda ettiğini biliyoruz. Onun oğlu ve yerine geçen kişi olan Muhammed Ali Şâh hemen başlangıçta meşrutiyetle ve bu yolda meşrutiyet taraftarlarıyla savaşa başladı ve “Atabek-i İzam” adıyla meşhur Mirzâ Ali İsgerhan Eminu’s Saltana yardımıyla özgürlükçülere sıkıntı ve zorluk çıkardı. Bu durumun arkasından, Cihangir Han ve Mirzâ Ali Ekber Han Dihhoda’nın da yer aldığı meşrutiyet liderlerinden on altı kişi “İnkılap Komitesi”ni kurdular ve inkılap topluluğunu baskı karşısında direnmeye çağırdılar. Muhammed Ali Şâh devriminden üç gün sonra kurulan “Sur-i İsrafil”, sarayın kin ve zorlaması sonucu meydana geldi, Muhammed Ali Şâh, Cihangir Han ve Dihhoda içinde bulunduğu gurubun teslim olması ya da İran’dan sürgün edilmesi emrini verdi. Muhammed Ali Şâh devrimi ve Mirzâ Cihangir Han’ın başka özgürlükçü gurupla katledilmesinin ardından Dihhoda Avrupa’ya gitti ve orada başka bir gurubun işbirliği ile İsviçre’de üçüncü kez “Sur-i İsrafil”i yayınladı. Sonra İstanbul’a gitti ve orada başka bir gurubun işbirliği ile “Sûrûş” gazetesinin yayınlanmasına çaba harcadı.
Muhammed Ali Şâh’ın görevden uzaklaştırılması sonunda Kirman ve Tahran halkları Dihhoda’yı meclis temsilciliğine seçtiler. Birinci Dünya Savaşı sırasında Bahtiyari bölgesinde gizlenerek yaşadı ve savaş İran’a sıçradıktan sonra siyasi uğraşıları ve işleri bir kenara bıraktı, Fars dili ve sözlük yazma araştırmalarına ve incelemelerine başladı. Bu günlerde bir süre Bilimler Medresesi’nin başkanlığını ve bir süre Hukuk Fakültesi’nin başkanlığını üstlendi ve bu durumla beraber eğitim ve araştırma işiyle ilgilendi. İran’a yabancı işgal kuvvetlerinin geldiği 1941 Eylül ayından sonra aniden devlet işlerinden yüz çevirdi ve Farsça sözlük düzenleme ve tertip etme onun asli uğraşı oldu. Milli devletten güvenilir kişilerin iş başına gelmesiyle o himaye edildi. Aynı iş 1942 yılının 28 Mordad devrimi yaşlı adamın, bir süre devrim hükümetinin sevgisizlik, sıkıntı ve eziyet amacı haline gelmesine neden oldu. Bilgin Dihhoda siyaset ve araştırma alanlarındaki bir ömürlük telaş ve çabadan sonra 1957’nin Şubat ayında Tahran’da vefat etti.

Dihoda’nın Eserleri

-Dihhoda’nın eserleri edebiyat ve araştırma alanları olarak iki guruba ayrılabilir:
A- Onun en önemli edebi eserleri şunlardan ibarettir:
1-Çerend ve Perend , Sur-i İsrafil gazetesinde yayınlanmıştır. Onun alaylı yazılarının ve makalelerinin bir araya getirilmesiyle oluşur. Çerend ve Perend’deki Dihhoda’nın dili, onun hemşerisi ve alay şairi Abid Zakani’nin şivesinin devamıdır.
Çeren ve Perend makalelerindeki Dihhoda’nın nesri açık, sağlam ve etkilidir. Buradan, onun yazılarındaki muhatapları sıradan insanlardır. Deyimler, tabirler, amiyane kinayeler ve aynı şekilde örnekler, masallar, pazar ve sokak kelimelerini kullanma onun yazılarında çokça görülür. Çerend ve Perend’in amiyane dili aynı zamanda, Emsal u Hikem ve Lügâtnâme sahibi birinin dilinde bulunan bilgi, ilim ve saf bilgiden, kalıcılığı ve gerekli olan edebi sağlamlığı ele geçirmiştir.
2-Şiir Divanı , onun edebi ve resmi şiirlerini kapsayan, siyasi ve sosyal şiirlerini, mizah edebiyatı ve yenilikçi şiirlerini ve yeni sorunları ihtiva eden az hacimli bir şiir antolojisidir. Dihhoda’nın şiirleri de kendi içinde üç guruba ayrılır:
-Önde giden bir şive ile söylediği şiirler, düşünce ve kalıp sağlamlığı açısından, onların teşhisi eski şairlerinkinden güç görünen bir tarzdadır.
-Edebi yeniliklerden ilham alıp, yeni şivelerde ve konularda meydana getirerek söyledikleri ve “Morg-i Seher” gibi onların bir kısmı, yeni hayal unsurları ve kalıplarıyla şiir örneklerinin ilk gurubunda gösterilebilir.
-Tam bir kasıtla, amiyane dille söylemiş olduğu alay ve mizahi şiirleri ve Çerend ve Perend’indeki makaleler ortak bir rüzgârın ürünüdür.
İçerik açısından Dihhoda’nın birçok şiiri Uyanış Dönemi’nde yaygın olan o mazmunları, yani vatanperestliği, kanun istemeyi, zülüm ve bencillikle, mücadeleyi riya ile kabul edilmeyen barış ortamını ve aldatıcılığı kendisinden yansıtmıştır.
Dihhoda’nın edebi eserleri tamamen sosyal ve siyasi faaliyetlerle meydana getirmiş olduğu gençlik döneminden kalanlardır.
B- Onun hayatının ikinci dönemi boyunca ve siyasi, sosyal faaliyetlerinden ve olaylardan uzak olduğu dönemde meydana getirilmiş olan Dihhoda’nın en önemli araştırma eserleri aşağıdadır:
1- Emsal u Hikem , atasözlerini ve Farsça mesel tabirlerini düzyazı ve şiir örnekleriyle kapsar.
2- Lügatnâme, Fars dilinin en kapsamlı sözlük kitabı, coğrafya ve tarihe has terimler hakkında en fazla bilgi içeren eseridir.
Bu kitap şüphesiz Fars dilinin en büyük edebi kitaplarından birisidir, bilgin Dihhoda’nın ismini çaba harcayan araştırmacı zümrede İran’ın en büyüğü olarak yüceltmiştir. Bu büyük çalışmanın temelleri Bahtiyari bölgesinde gizlenerek yaşadığı zamanlarda atılmıştır. Bahtiyari’den geri döndükten sonra Dihhoda, sağlamlık azmi ile bu işi meydana getirdi ve elli yıllık bir süre araştırma ve anılarını not tutma işinin peşine düştü. Onun hayat boyunca Milli Danışma Meclisi’nin bir ürünü olan Lügatnâme’nin ciltlerinden bir kısmı ve edebiyat fakültesinin gözetimi altındaki Lügatnâme müessesinin ve Tahran Üniversitesi İnsan Bilimleri’nin gözetimi altında oluşturulan diğer kısımlar, Tahran Üniversitesi’nin bir ürünü olarak yayınlandı. Lügatnâme müessesi görevleri, merhum Dihhoda’nın anılarını ve Lügatnâme’nin ciltlerini toplamak, düzenlemek ve yayınlamak olan bilginler ve hocalardan birkaç kişinin oluşturduğu araştırma ve ilmi bir kuruluştu. Kitabın basımı bitikten sonra yayın düzeltmeleri yapan ve yeni basım için hazırlanan ve başka telif lügatnâmeler için aynı çabanın peşine düşen bir kuruluştu. Bu müessese Dihhoda’nın ölümünden 1970 yılına kadar Dr. Muhammed Mueyyin’in önderliğinde idare edildi ve Dr. Mueyyin’in ölümünden sonra günümüze kadar Dr. Seyyid Cafer Şehidi önderliğinde kendi işine devam etmektedir.



* * *



Dihhoda’nın, Mirzâ Cihangir Han’ın katledilmesinden sonra söylemiş olduğu ve onda edebi yenilik ruhunun aşikâr olduğu meşhur musammatından iki beyiti örnek olarak burada naklediyoruz:











ياد آر

بگذاشت ز سر سياهكاري
رفت از سرِ خفتگان خماري
محبوبهء نيلگون عماري
و اهريمن زشتخو حصاري



تعبير عيان چو شد تو را خواب
محسود عدو به كام اصحاب
آزادتر از نسيم و مهتاب
در ارزوي وصل احباب اي مرغ سحر چو اين شب تار
و ز نفحهء روحبخِش اسحار
بگشود گره ز زلفِ زرْ تار
يزدان به كمال شد پديدار

ياد آر شمع مرده ياد آر

اي مونس يوسف اندرين بند
دل پر ز شعف لب از شكر خند
رفتي برِ يار خويش و پيوند
زان كو همه شام با تو يك چند

احتر به سحر شمرده ياد آر

İreç Mirzâ, Mizah ve Eleştiri Şairi

Bir şaire sevgi, alaka ve inanç geleneğini, Kâçâr şehzadeleri kendi atalarından olan Büyük Hakan Fethali Şâh’tan miras almışlardı, o derece ki makam ve rütbe sahibi olmayan onlardan bir kısmı, resmen makam sahibi şairleri ve övgü şairlerini seçtiler. Bu yolda şöhrete, itibara ve üne kavuştular. Büyük Hakan’ın erkek torunu sayılan Golam Hüseyin’in oğlu İreç Mirzâ bu guruptandı.
Hem onun “Sedru’l Şuara” lakaplı babası Golam Hüseyin Mirzâ “Behçet” mahlasıyla, hem de “İnsaf” mahlasını alan Şâh Fethali oğlu Melik İreç Mirzâ şiir ve edebiyat ehliydi.
1874 yılında İreç böyle bir ailenin yanında, Tebriz şehrinde dünyaya gelmiştir ve sonraları şiir cevheri ve şairlik özü bakımından babası, atası ve hemen hemen bütün Kâçâr şehzadelerinden daha fazla yücelik bulmuştur.
İreç’in Tebriz’deki çocukluk dönemi Fars, Arap ve Fransız dillerini öğrenmekle geçti. Fransız dilini “Mösyö Laber”den öğrendi. Bahâr-ı Şirvani ve Arif İsfehani gibi çağdaş büyük hocalardan okuma-yazma öğrendi. Aynı zamanda Tebriz yakınlarındaki ilim merkezlerinde ikamet edenlerden mantık, mana ve beyan öğrendi.
İreç, Abdulhüseyin oğlu Emir Nizam-ı Girrovsi ile ders arkadaşıydı. Şairliğe de bu dönemde başlamıştır. Emir Nizam ona, kendisine has lütuf ve teşviklerde bulunmuş ve “Fahru’l Şuara” lakabıyla onu lakaplandırmıştır. 16 yaşında evlendi. Bu evlilik iyi bir akıbetten uzaktı. Şundandır ki, üç yıl sonra eşi ve onun babası öldü. Babasının ölümünden sonra, daha yaşamının 19. yılına ayak basmamışken, Muzafferu’ddin Mirzâ Veliahd tarafından resmi bayram ve törenlerde methiye şiirleri ve kasideleri söylemekle görevlendirildi.
Daha sonra İreç Azerbaycanlı Mirzâ Ali Han Eminu’ddevle’nin özel kalem hizmetçiliğini seçti ve bir müddet sonra idari makam ve uğraşlarla meşgul oldu ve sonunda Horasan maliyesinin bütün sorumlusu olarak görevlendirildi.
İreç’in Horasan’da ikamet ettiği beş yıl ve birkaç ay (1918’den 1923’e kadar), onun elli küsür yıllık hayatının en verimli yılları sayılır, şundandır ki meşrutiyet hareketinden ve onun ağır sonuçlarından birkaç yıl geçmişti ve özgürlükçü kımıldamalar ülkenin her yerini kaplamıştı. Onun Horasan’daki ikamet yılları “Albay Pesyan Ayaklanması” ile aynı zamana denk geldi, ki İreç’in ona saygısı vardı ve onun katlinden sonra mersiye şiiri söylemeye başladı.
O yerde şairlerle ve oranın edebi toplulukları ile haşır neşir oldu. O kendisinden saygı duyduğu Nişabur edebiyatçılarına defalarca söylüyordu: “Ben Horasan şairiyim ve yaptığım her şey onların huzurundadır.” Onun şiirlerinden çoğu ve bu cümleden “Arifnâme” manzumesi Horasan şivesindedir. Kaim Mekam Ferahani’nin yazmış olduğu “Celairrnâme” tarzında olan bu mesnevi onun adını dilin başucuna yazdırdı. Öyle ki Tahran’a girişi sıradan insanların coşkulu ve sıcak karşılamasıyla karşılaştı, özellikle inleyen Tahran’ı muhteşem edebi cesaretiyle, onlardan taraf olarak söylediği şiirlerinde övdü ve onu sıcaklıkla karşıladılar. O günlerde meslek ve iyi bir kazancı olmaması ve günlerin yoksullukla geçmesi yüzünden, onun evi daima dostluk meclisleri, şiir ve edebiyat dostlarının toplantı meclisleriydi.
İreç ömrünün son yıllarını fakirlikle, perişanlıkla ve aynı özgürlük macerasının temizliğiyle geride bıraktı ve asla kendi otuz yıllık devlet hizmetinden başka bir fayda bulamadı ve bu yolda feda ettiği ömrünü üzülerek geçirdi; fakirliğin sonu ve onun sağlıklı zamanlarının perişanlığı, onu kötü duruma sokana kadar. 1927 yılının Mart ayında, güneşin batmasına yakın bir zamanda kalp krizi nedeniyle öldü ve Zahiru’ddevle-i Tahran mezarlığında toprağa verildi.
İreç’in Düşünceleri ve Şiiri
İreç’den geriye dört bin civarında beyit kalmıştır. Onlardan bir miktarı kaside kalıbındadır. Övgü, tebrik, karşılama, şikâyet, şakalaşma, mersiye, siyasi ve sosyal sorunlar alanındaki, genellikle ilk dönem çalışkan şairlere olan övgü kasideleridir, mazmunlarıyla ve önceki devlet adamları için zorunlu ve bir görev olarak söylenmiş ve kendisi birçok kez onlardan uzak durmuş ve yayınlamak için hiç ilgi göstermemiştir. Onun şairlik rütbesine hiçbir şey katmayan orta dereceli birkaç gazeli de divanında yer alır.
Ama onun kıtaları öğütten, sosyallikten, hicivden, şikâyetten, şakadan ve incelikten, yumuşaklık ve espriden yana boş değildir. Özellikle son bölümde onun şiir örnekleri arasında vereceğimiz “Anne Kalbi” gibi kıtalarından bir kısmı, İreç’in en seçkin ve ün kazanmış şiirlerinden, Meşrutiyet Edebiyatı’ndan arta kalan şiirlerin en iyilerinden biridir. Bu kıta Almanca bir eserden çevrilmesine rağmen sahip olduğu anne sevgisinin seçkinliğine, saf idrakine ve onun şairlik gücüne işaret eder, kesinlikle onun isminin büyük şair olarak anılmasını sağlayan şiirlerinden biridir.
İreç asla şiirle ve şairlikle gerektiği gibi ilgilenmediği için lakaba mensup olmakla, şiir ve şairlikle övünmedi. Hatta başlangıçta babasının “Sadru’l Şuara” lakabına dayanarak, Emir Nizam’dan “Fahru’l Şuara” lakabını aldı, ona hitap ederek şu şiiri söylemiştir.
صدالوزرايي و اميرالامرايي
ديدي چو مرا داعيهء مدح سرايي
فخري نكنم نيز به فخرالشعرايي
در سلك اديبان لقاب لطف نمايي صدرا و وزيرا و بلند اختر ميرزا
فخرالشعرا خواندي در عيد غديرم
چونان كه نكرد ستم از بي لقبي عار
از شاعري و شعر بري باشم و خواهم
İreç’in uzaklaşmaya çalıştığı ve sonunda da istediği şekilde sonunçlanan şey, şairlik mesleğinden kaçıma, saray yolundan çıkma ve dilenciliktir.. Yoksa hayatının ikinci döneminde şiir ve şairlikle, onun özgürlük ve zevkle karışık manasına yakın olmuştur. Devlet işiyle uğraştığı bu dönemde geride bıraktığı değerli tecrübeler ve Avrupa gezilerinin etkisi, yeni kaynak medeniyetlerle olan tanışıklığı, ilim öğrenme ve kazandığı olgunluklar nedeniyle, onun şiirinin rengi birden değişti ve şiir dünyasında yeni konular ve mazmunlar ortaya çıktı.
Onun divanında mevcut olan şiirlerinin çoğu, en azından itibar ve saygı kazanmasına sebep olan şiirler, hayatının bu döneminde söylenmiştir ve bu şiirler divanından hariç olarak, şunlardan ibarettir:
1-Arifnâme: Bu mesneviyi 1920 yılında söylemiştir. Horasan ayaklanmasından biraz sonraki yıllarda, İreç Meşhed’deyken, bu dönem diğer bir şairi Arif Kazvini Horasan’a gitti ve Meşhed’in “ Kanlı Bağ” mahallesinde Albay Muhammed Taki Han’ın misafiri oldu ve o diyarın hükümdarı oldu. Arif ile arası iyi olmayan İreç, Arifnâme mesnevisini söyledi. Bu mesnevide keskin ve sivri bir dille onu hicvetti. Arifnâme’nin basımı, Arif’in dostlarının hışmına neden oldu, bazıları İreç’i hicvetti ve gazetelerde ondan kötü bahsettiler. Bunun aksine, Arifnâme hakkındaki bu kötü sözler İreç’in şöhretini arttırdı ve onu şöhretli bir şair yaptı. Bu mesnevi 515 beyittir.
2-Zühre ve Minuçihr: Meşhur kıtası “ Anne Kalbi”nden sonra “Zühre ve Minuçihr” mesnevisi İreç’in en övünç kaynağı şiiridir. Bu mesnevi, ünlü İngiliz şair ve yazar William Shakespeare’ın “Venus ve Adonus” isimli eserinden özgün bir çeviridir. O da “Anne” kıtası gibi İranlıların ruhunu canlandırmıştır, şu anlamda ki onun olay yerleri için İran mezarları seçilmiş ve de onun kahramanları için İran’ın isimli kişileri seçilmiştir. Bu mesnevinin beyit sayısı 306’yı aşmazken, İreç Divanın’da 527’dir. İreç’den sonra diğer beyitler eklenmiştir ve bu kadar olmuştur.
3- Üstteki bu iki mesneviye ek olarak “Edebi Değişim” ve “Şâh ve Cam” da ona şöhret kazandırmıştır ve özellikle içerik ve mazmunlarda yenilikler ve cesurluklar görülür.
İreç şiirinin fikirleri ve mazmunları bir bütün olarak birkaç başlık altında, gurup olarak şöyle özetlenebilir:
- Ülkenin siyasi ve sosyal durumunun inançları
- Gençlere bilim ve Fen öğrenme teşvikleri
- Çocukların yetiştirilmesine ve bilgilendirilmesine olan ilgi ve inançları; şöyle ki o, İran’da çocuk edebiyatını ilk yazmaya çalışanlardan biri olarak bilinir.
- Anneye alaka ve onun makamının korunması, o derece ki bu onu “anne şairi” olarak lakaplandırdı.
- Genel konularda ve zamanın bütün şairlerinin ilgi konusu olan İran severlik ve vatanperestlik.
İreç’in dili sade, ılımlı ve söyleşi tarzına yakındır, bununla beraber yenilikle ve bir sürü yeni talepler de onun dilinde görülür, yani bunlar sadece öncekilerin değil belki de onun çağdaşı şairlerin ve meşrutiyet dönemi yenilikçilerinin kullandığı deyim, terim ve manalı amiyane tabirlerin kullanımıdır. Ondan sonra da onların kullanımını sadece mizahi kıtalarda seçtiler. O halkın beğenilmeyen adet ve törelerini, huy ve karakterlerini, kuruntularını ve İran kültürüyle karışık batıl inançlarını keskin ve etkili bir dille alaya aldı. İreç’in dilinin sadeliği ve samimiliği “Meliku’ş Şuârâ Bahâr”ın onu “yeni Sadi” olarak lakaplandırmasına neden oldu ve onun şiiri “yeni şiir” olarak adlandırıldı.
Onun kendisi de kendini övme konusunda ve hatta Bahâr’ın hükmüne ilgisiyle kendini “dönemin Sadi”si olarak isimlendirmiştir.
Korkusuz İreç töre karşıtı fikirlerini ve düşüncelerini söylemekten geri kalmamıştır. O edepsiz lafız ve tabirleri kullanmada da korkusuzdur, bunun yanında onun şiirlerinin bir kısmında kaba lafızlar, edep ve ahlaktan uzak kavramlar, özellikle bizim zamanımıza göre, az değildir. Bu iş onun şiirinin genel itibarından eksiktir, her ne kadar da bir kısmı da dönemin değer sahibi şairlerine ilgisiyle, bu dilden istifade eden şairleri neden olarak kabul etmiştir.

İreç’in şiirlerinden örnekler olarak şunlarla yetinebiliriz:



مادر
پستان به دهان گرفتن آموخت
بيدار نشست و خفتن آموخت
الفاظ نهاد و گفتن آموخت
بر غنچؤ گل شكفتن آموخت
تا هستم و هست دارمش دوست گويند مرا چو زاد مادر
شبها برِ گاهوارهء من
يك حرف و دو حرف بر زبانم
لبخند نهاد بر لب من
پس هستي من ز هستي اوست
















مرگي ضيعيف

لحم نخورد و ذوات لحم نيازرد
خادم او جوجه با به محضر او برد
اشك تحسّر زهر دوديده بيفشرد
تا نتواند كَسَب به خون كشد و خورد
هر قوي اوّل ضعيف گشت و سپس مرد قصه شنيدم كه بوالعلا به همه عمر
در مرض موت با اجازهء دستور
خواجه چو آن طير كشته ديد برابر
گفت: چرا مكيان نشدي شير
مرگ براي ضعيف امرٍ طبيعي است

















قلب مادر
كه كند مادر تو با من جنگ
چهره پر چين و جبين پور آژنگ
بر دلِ نازك من تير خدنگ
شهد در كام من وتست شرنگ
تا نسازي دل او از خون رنگ
بايد اين ساعت بي خوف و درنگ،
دل برون آري از آن سينهء تنگ
تا بَرَد ز آينهء قلبم زنگ
نه بل آن فاسقِ بي عصمت و ننگ
خيره از باده و ديوانه ز بنگ
سينه بدْريد و دل آورد به چنگ
دل مادر به كفش چون نارنگ
و اندگي سوده شد او را آرنگ
اوفتاد از كف آن بي فرهنگ
پي برداشتن آن آهنگ
آيد آهسته برون اين آهنگ
آه پاي پسرم خورد به سنگ داد معشوقه به عاشق پيغام
هر كجا بيندم از دور كند
با نگاه غضب آلود زند
مادر سنگدلت تا زنده ست
نشوم يكدل و يكرنگ ترا
گر تو خواهي به وصالم برسي
روي وسينهء تنگش بدري
گرم و خونين به منش باز آري
عاشق بي خرد ناهنجار
حرمت مادري از ياد ببرد
رفت و مادر را افكند به خاك
قصد سر منزلِ معشوق نمود
از قضا خورد دمِ در به زمين
وان دلِ گرم كه جان داشت هنوز
از زمين باز چو برخاست نمود
ديد كز آن دلِ آغشته به خون
آه دست پسرم يافت خراش

Şairler ve Yazarlar

Bahâr, Özgürlük Şairi

Muhammed Taki Bahâr Horasan’da doğmuştur ancak bir süre İran’da meşrutiyet fermanının imzalanmasından sonra esen özgürlük rüzgârı onu, hareketin en önemli konusu olan vatan şehitlerinin intikam bekçisi olabilmesi için Tahran’a sürükledi.
Muhammed Taki Bahâr 1886 yılında Meşhed’de dünyaya geldi. Onun çocukluk ve gençlik dönemi Sekizinci İmam’ın çevresinde ve onun hizmetinde “Astan-i Kuds”da geçti. Babası Muhammed Kasım Seburî, Meliku’ş Şuara-iAstan-i Kuds idi ve o babasının yanında şiir ve ilimler öğrendi. Seburî’nin ölümünden sonra Muzafferu’ddin Şâh’ın fermanıyla Meliku’şŞuârâolarak onun oğlu görevlendirildi. Babasına ek olarak Nişaburî edebiyat alanından yararlandı. Arap ve Fars ülkelerinde kendi bilgilerini tamamlamayı başardı. Babasının himayesinin sürdüğü gençlik yıllarında Horasanlı özgürlükçülerin saflarına katıldı, siyaset ve günlük konularla meşgul oldu, kendi düşüncelerini ve özgürlükçü şiirlerini Horasan’ın yerel gazeteleri aracılığıyla yayınladı.
Baskı döneminde küçük “Horasan” gazetesini ve ondan sonra 1328 yılının sonunda “NevBahâr” gazetesini Meşhed’de yayınladı. Onun Rusya zıttı tarzı yüzünden bir sene tutuklandı; ancak Bahâr yine durmadı ve NevBahâr’ın yerine “TazeBahâr” ı kurdu; ancak o da uzun sürmedi ve tutuklandı, henüz otuz yaşında bile değilken Tahran’a sürüldü.
Bir sene sonra Horasan halkı onu meclis üyeliğine seçti. Bahâr mecliste ve diğer siyasi alanlarda, her yerde özgürlük, sosyal adalet ve yenilik için istek ve heyecan gösterdi. Gazetecilik mesleği onu yeni düşüncelerle ve günlük olaylara aşinalıkla onun şairlik yeteneğini yeni yollara götürdü.
Bahâr Tahran’da “Dânîşkede” isimli –aynı isimle bir edebiyat encümen erkânı adlandırılır- gazeteyi kurdu.
Son zamanlarda diğer özgürlükçülerin çoğunun sesinin kesen sürgün ve zindan onu araştırma ve incelemeden uzaklaştıramadı. Bu iş, eğitim ve bir araya toplanma için bir süreliğine fırsat bulduğu 1881 yılının sonlarına kadar da devam etti. Aynı yıllarda Pehlevî dilini öğrendi, Farsça nesir ve nazım kitapları üzerinde iyi çalışmalar yapmıştır. Tahran Üniversitesi’nin kurulmasından sonra edebiyat fakültesinde ders vermiştir. Durumun siyasi faaliyetlere uygun olduğunu gördüğü 1902 yılının eylül ayından sonra, suskunluk yıllarının ardından tekrar yazmaya başladı, siyasete ve gazeteciliğe geri döndü. Eski şevki, heyecanı ve ruh halinin olmaması yanında özgürlük övgüsü, cahillikle mücadele ve fesat konularını ele aldı. Henüz barış ve özgürlük konusunda sözlerini tamamlamamışken 1911 yılında hastalığa yenik düştü.


Bahâr’ın Telif Eserleri ve Eserleri
Bundan önce gösterdiğimiz gazete ve dergilerin kurulmasına ve yayınlanmasına ek olarak Meliku’ş Şuârâ Bahâr’ın itibar ve makamını Fars edebiyatının bulunduğu ülkelerde şiir ve araştırma konularında seçkin simalardan biri olarak anılmasını sağlayan nesir ve nazım eserleri de ondan geriye kalmıştır, bu eserler şunlardan ibarettir;
1- Siyasi Guruplar Tarihi
2- Üslup Bilim ve Fars Nesri’nin Gelişimi (3 cilt)
3-Fars Nazmının Gelişimi (Onun hakkında anlatılanlara bakılarak derlenmiştir.)
4- Bahâr’ın makalelerinin ve dağınık haldeki yazılarının, ölümünden sonra onların dergilerinde “Bahâr ve Fars Edebiyatı” adıyla iki cilt olarak yayınlanmıştır.
5- “Tarîh-i Bel’amî”, “Tarih-i Sistan”, “Mecmilu’t Tevarîh u El Gıssas” ve “ Cemîu’l Hikayat-i Avfî” düzeltmeleriyle tamamı yayınlanmıştır.
6- Şiir Divanı iki ciltte; birkaç kez yayınlanmıştır.

Bahâr’ın Düşünceleri ve Şiiri

İlk olarak onun ölümünden birkaç yıl sonra Tahran’da yayınlanan divanında gazel, kaside, mesnevi, terci-i bent, musammat, terkib-i bent, müstezad, tasnif ve bunlardan başka bulunan bütün şiir türleri bulunur. Onların içeriği de çeşitli kalıp ifadeler ve sözlerden oluşan renkli, eski-yeni, siyasi-sosyal, vatan ile ilgili ve ahlaki şiirleri bulunur.
Onun gençlik şiirleri yani “Âstân-i Kuds” yanında görevdeyken yazdığı şiirler daha fazla övgü şiirleridir, çeşitli mezhebi konularda mersiye ve menkıbe söylemiştir. Bahâr bu şiirlerinde geçmişin meşhur ustalarını takip etmiştir. Onun divanında Ferruhî, Menuçihrî, Nasır Hüsrev, Beşşar Mergazî, Mesu’d Sa’d, Zahir Faryabî, ve Enverî’de görülen mazmunların, kafiye ve vezin güzelliğinin, fasihliğin ve hoşluğun bu üstatların şiirlerindekilerden aşağı kalır yanı yoktur. Onun kıtalarında ahlak ve sosyal konular boldur, bundan başka bazen ibretlik, esprili hikâyeler ve fıkralar nazım şekliyle yazılmıştır. Onun mesnevileri de tıpkı kıtaları gibi nasihat içerikli ve sosyaldir. Bu tür şiirlerinden Nizami, Senaî ve Cami’yi taklit kokusu yükselir. Bu şiirlerde görülen bir takım yenilikler, espriler ve sadelikler onların biçim ve kalıbının eksiliğini telafi eder. Onun musammatları Minuçihrî’nin başarılı taklididir. Nitekim hapsiyelerinde ve zindan şiirlerinde Mesu’d Sad-ı Selman’ın dokunaklı tarzını ve ahengini, Nasır Hüsrev’in dilinin sağlamlığına yakın bir şekilde kullanmıştır.
Bahâr aşk ve gazel şairi değildir. Bu alan fazla başarısı yoktur, onu her şeyden önce kaside şairi saymak gerekir. Kalıpları unutarak kasideyi o zamanda yaşayan Sebk-i Horasanî şairleri gibi sağlam şairlerle aynı sağlamlıkta yazabilen başarılı kaside şairlerinin sonuncusu olan Bahâr, yeni ve uygun mazmunları o günün asıl hayal unsurları ile birlikte, Farsça şiir kalıbında ve konusunda kullanmayı, her dönemden fazla zorunlu hale getirmiştir.
Bahâr’ın kasidelerinde sözün ahengi kıdemce kulağa daha hoş gelir. Onun kasidelerinde hem Ferruhî’nin söz sadeliği ve tatlılığı hem de Rudegi’nin dilinin görkemi ve sağlamlığı, aklı başında düşüncesinin canlılığı ve mutluluğu vardır.
Onun şiirlerinin bir kısmında özellikle başlangıçta ve Meşhed’de söylemiş olduğu şiirlerinde, diyanet ve iman ruhu güzel bir şekilde görünür. Bu haliyle batıl inançları ve hurafeleri sadece dinin parçası olarak tanımaz, hatta alaylı ve iğneleyici bir dille onlarla mücadele eder. Onun “Cehennem” kasidesi ve “Nekir ve Münkir” kıtası bu bakımdan örnek olarak söz edilmeye değer. Bahâr, Arif Kazvinî kadar meşhur olduğu tasnif kalıbı ile de şiir söylemiştir. Onun “Morg-i Seher Nale Serkon” gibi tasniflerinden bir kısmı, onun Allah vergisi şiir kabiliyeti ve güzel sözlülüğünden nasibini almıştır.

Eğer Bahâr’ın şiirinin mana denizinden iki pahalı inci avlamak istersek, o iki mana “özgürlük” ve “vatan” kavramlarından başka bir şey olmayacaktır. Onun İran kültürü ve tarihi hakkındaki birikimi, onun aşkını eski İran üzerinde yoğunlaştırmıştır, onun aşkı divanın bütünün de görülebilir. Aynı aşk, baskının hâkim olduğu siyaset kapılarının onun yüzüne kapandığı zaman, geçmiş tarihin karanlık bölgelerinde, Pehlevî dilini öğrenmek, kültür ve edebiyat hakkında araştırma ve inceleme yapmak için araştırma nedeni oldu. Bahâr kendi neslinin, vatanseverlik derdinin ansızın uyandığı lideriydi. Aynı aşıkâne dert onun şairlik tarzını eğlence ve kahramanlıkla doldurmuştur. Bu dönem aşkı ve inancı, onlardan sonraki neslin aksine, kendini baskılarla, isteklerle, milletin ve ülkenin gereklilikleriyle iyi bir şekilde kaynaştırmış ve beraber hale getirmiştir. Bilgi bütünü asil ve uzak inançların toplamıydı.
Meliku’ş Şuârâ kendi şiirinin çeşitli görünüşlerinde İran’ın geçmişine el attığı tam yorumlarda da kültürün, sosyal adaletin, mutlulukların ve zaferlerin parlak olduğu zamanlardan söz eder ve de bahtsızlıkları, kötü şanssızlıkları sebep ve nedenleri ile kendi yerlerinde hatırlatır. Üzerine de şanlı, onurlu ve azametli dönemleri şairin zamanıyla değerlendirme terazisine koyar, onun yazıkları, maalesefleri ve hasretlerini diriltir. Hasret, elden gitmiş ve artık gelecek şairlerin gözünde imkânların onu tekrar geri getireceği, hatta hale de sığmayacak şeydir. Dergilerde onun divanı Fars Edebiyat Tarihi’nde klasik edebiyatın ağırbaşlı etkisinin sonuncusu olarak boy gösterir, bütün ağırlığıyla ve genel Fars dilinin beğeni alanından kendi edebiyat tarzı da çok uzaklarda değildir.
Bu, Bahâr’ın şiirinin geleneksel üslupları, sahipleri, tarih kıstası ve Farsça deyiş beğenisini koruma görüşüne ve aynı şekilde kudretli tarzı ve kendi sağlamlığı klasik sever kesimin zorluklara bakışını temin etmiştir ve diğer taraftan kültürel ve günlük yönelim, yeni arayış ve aynı zamanda kendi işlerini, genel beğeni eğilimlerini, görüş ehlinin kendine has çerçevesinden daha yukarıya taşımış olmasındandır. Bundan sonra, Farsça edebiyat üstatları nesline ve kendi zamanına kadar üniversite alanında tahsil görmüş olanlar hakkında sahip olduğu edebi beğeninin ve kendine has zevkinin etkisi, Tahran Üniversitesi öğretim programı hakkındaki, kendi yaşam döneminin sonlarında sahip olduğu mevki nedeniyle inkâr edilemez. Belki geleneksellik eski şiirlere göre bağnazlıktan ve tutuculuktan önce olsa dahi ve yeni beğenilen edebi kalıplarda edebiyat üstatlarından bir kısmının yönelme noksanlığını da Bahâr emsali kişilerin ağırlığından, görülmez ayak bağlarından ve onların kendi habersizliğinden, onun gibi kişilerin fikirlerinin karanlığına göre bilinebilirdi.
Onun divanında basılmış olan Bahâr’ın şiirlerinden çoğunun yazılma tarihi, şanının ve onun nefesinin azalmasıyla beraber olmuştur. Bu araştırmacıların ve eleştirmenlerin işini oldukça kolaylaştırıyor. Eğer bu şiirler bir tarih kitabı şeklinde bir araya getirilmişse, şairlik düşüncesinin gidişini, doruğunu ve dibini iyice gösterir.
Onlardan bir kısmını burada vereceğim, onun en son yazdıklarından biri olan ve onun İsviçre “Lozan”da hastalığı 1909 yılında söylediği tıniyye ve kasideleri vatan anısına söylemiştir.


آن روز كه
پر كرد ز سیماب روان دشت و چمن را
گفتی كه برُفتند به خارب لزن را
و آمد مِه و پوشید به كافور كفن را
نظّاره كنان جلوه گه سر و سمن را
پوشید سراپای در و دشت و دمن را
بلعید لزن را و فروبست دهن را
وین حال فرایاد من آورد وطن را
تاریكی و بد روزی ایران كهن را
چون خلد برین كرد زمین را و زمن را
بر خاست منوچهر و بگسترد فنن را
بر كند ز بن ریشهء آشوب و فتن را
پیوست به لیبی و پنجاب، ختن را
یك قرن كشیدیم بلایا و محن را
ازباغ وطن كرد برون زاغ و زغون را
چون یاد كنم رزم كراسوس و سورن را
بنهاد نجاشی ز كف اقلیم یمن را ؟
افكند به زانوی ادب والرین را
اسلام برون كرد وثن را و شمن را؟
بشكافت، چو شمشیر سحر عِقد پَرَن را
و زبیم بلرزاند بدخشانو پكن را
دادیم ز كف تربیت سرّ و علن را ؟
بگريفته لحن تا گلو و زير ذقن را
بز دايد از ين چشمه گل و لاى و لجن را ؟
آن فرقه كه آزرم ندارد تو و من را
«سعفص» نتوان خواند نخوانده «كَلَمن» را
جز بر سر آهن نتوان برد ترن را
كامّيد به ايشان بود ايران كهن را


مه كرد مسخّر دره كوه لزن را
گیتی به غبار و به مه و میغ نهان گشت
برف آمد و بر سلسلهء آلپ كفن دوخت
من بر زبر كوه نشسته به یكی كاج
نا گاه یكی سیل رسید از دره ای زرف
گفتی ز كمین خاست نهنگی و بناگاه
گم شد ز نظر آن زیبایی و آثار
شد داغِ دلم تازه كه آورد به یادم
آن روز چه شد كایران ز انوال عدالت
آ ن روز كه از بیخ كهنسال فریدون
وان روز كه دارای كبیر ازمدد بخت
افزود به خوارزم و به بلغار حبش را
زان پس كه زاسكندر و اخلاف لعینش
ناگه وزش خشم دهاقین خراسان
خون درسر من جوش زند از شرف و فخر
آن روز كجا شد كه ز یك حملهء وهَرز
وان روز كه شاپور به پیشِ سم شبرنگ
آن روز كجا شد كه ز پنجاب و ز كشمیر
و آن روز كه نادر صف افغانی و هندی
و آ ن ملك ببخشید و بشد سوی بخارا
و امروز چهكردیم كه در صورت و معنی
ایران بُوَد آن چشمهء صافی كه بتدریج
كرد مراد دليرى كه به بازوى توانا
جز فرقهء مصلح نكند دفع مفاسد
بي تربيت آزادى و قانون نتوان داشت
بي نيروى قانون نرود كارى از پيش
يا راب تو نگهبانٍِ دلٍ اهلٍ وطن باش







Bahâr’ın şiirlerinden başka örnekler okuyalım:

همه رفتند
شو بار سفر بند كه ياران همه رفتند
گويد چه نشيني كه سواران همه رفتند
كز باغ جهان لاله عذاران همه رفتند
اندوه كه اندوه گساران همه رفتند
گنجينه نهادند به ماران همه رفتند
تنها به قفس ماند هَزاران همه رفتند
كز پيش تو چون ابر بهاران همه رفتند از ملك ادب حكم گزاران همه رفتند
آن گرد شتابنده كه در دامن صحراست
داغست دل لاله و نيليست بر سرو
افسوس كه افسانه سرايان همه رفتند
فرياد كه گنجينه طرازان معاني
يك مرغ گريفار درين گلشن ويران
خونبار بهار، از مژه در فرقت احباب
***



آرمان شاعر
وين رنج دل از ميانه برگيرم
اخگر شوم و به خشك تر كيرم
كلكي ز ستاك نيشكر گيرم
گيتي را جمله در شرر گيرم
آويز و جدال شير نر گيرم
زين اختر زشث خيره سر گيرم
اين عيشِ تباه را سپر گيرم
بر سفرهء كام در شكر گيرم
از خنده به پيش چشم تر گيرم
از مهر به گوشهء جگر گيرم بر خيزم و زندگي ز سر گيرم
باران شوم و گوه و در، بارم
يك ره سوي كشث نيشكر پويم
زان ني شرري به پا كنم وز وي
در عرصهء گير و دارِ بهرورزي
داد دل فيلسوف نالان را
پيش غام دهر و تير بارانش
و آن ميوه كه آرزو بود نامش
آن كودك اشكريز را نقشي
وان مادرِ داغديده را مرهم




Son olarak, Bahâr birkaç kasidesinin matla beyitlerini daha fazla aşinalık ve tanıma adına veriyoruz:

بگشاد تموز چون شير دهان

اي كنبد گيتي اي دماوند

كه تا ابد بريده تاد ناي او

نيست هنگام تأمَل بي درنگ آماده شو

وز هر كرانه دامن خركه فرو كشيد چون اوج گرفت مهر از سرطان

اي ديو سپيد پاي در بند

فغان ز جغد جنگ و مرغواي او

زندگي جنگست جانا بهر جنگ آماده شو

شب خرگه سيه زد و در وي بيارميد